17 Ağustos Depreminin merkez üssü Gölcük’te enkaz altında kalarak 2 bacağını birden kaybeden Ufuk Koçak, azmi ile elde ettiği başarılarıyla herkese umut oluyor. İnsanların deprem konusunda bilinçlenmesini isteyen Koçak, “Ben bina enkazında kalmadım, insanların enkazında kaldım” dedi.
Türkiye’nin yakın tarihinde gerçekleşen en büyük felaketlerden biri olan 17 Ağustos Gölcük Depreminin üzerinden 21 yıl geçti. Deprem anında Gölcük’te bulunan Ufuk Koçak, enkaz altında kaldı. Ayakları kolonun altında kalan Koçak, enkazdan 3 gün sonra kurtarılabildi. Kangren olması nedeniyle 2 bacağını birden kaybeden Koçak, bundan sonraki hayatına engelli bir birey olarak devam etmek zorunda kaldı. Buna rağmen umutsuzluğa düşmeyen Koçak, depremin sembol isimlerinden birisi oldu. Enkaz altında kaldığı süre boyunca sürekli duyduğu ‘Sesimi duyan var mı’ çığlıklarını hiç unutmayan Koçak, hafızasına kazıdığı bu cümleyle hazırlanarak, Dünya Engelliler Serbest Dalış Rekoruna imza attı. Daha sonra deprem konusunda vatandaşlara çeşitli eğitimler ve seminerler de veren Koçak, vatandaşların bilinçlenebilmesi için enkaz altından, mavi suların derinliklerine uzanan hikayesini kitaba dönüştürdü. Facianın üzerinden 21 yıl geçmesine rağmen enkaz altında yaşadıklarını hiç unutmayan Koçak, vatandaşların deprem konusunda bilinçlenmelerini ve kendisinin yaşadığı acıları başkalarının da yaşamamasını istiyor.
“BİRDEN BİRE ÖLÜM SESSİZLİĞİ DENEN BİR SESSİZLİK OLDU”
Deprem günü yaşadıklarını anlatan Ufuk Koçak, 16 Ağustos’un gecesi çok ciddi bir uğultuyla uyandıklarını söyleyerek, "Daha sonra da birden bire nasıl bir basket topu sekerse aynı şekilde bina sekmeye başladı. O an da o sallantıyla gürültü gelmeye başladığı andan itibaren biz kıyamet kopuyor dedik. Deprem hiç kimsenin aklına gelmiyor, öyle bir zelzele oluşmaya başladı. Bende olduğum yerden zıplayıp, hemen kalkıp dikildim. Ayağa kalktığım zaman ilk gördüğüm şey; Körfez’in üzerinden gökyüzüne doğru çıkan bir kızıl ışık gördüm, bir ışık hüzmesi. Hep yanlış aktarılan bir bilgi vardı, deprem anında kapı kirişlerine ve kolonların altına saklanın diye. Daha sonra kimse de sormadı ‘Neden böyle bir bilgi verdik?’ diye. Tabii o panik anıyla birlikte insanın ilk yaptığı şey, sinir refleksidir bu, kapı kirişinin altına geçtim. 4 katlı bir apartmanda oturuyordum, Güven Apartmanı, ismi çok manidardır onun. Bir 10 saniye herhalde depreme dayandı, dayanmadı bilemiyorum. Çünkü zaman olgusu o depremin olduğu zaman, zamanın dışında bir durum olduğu için bir 10-15 saniye sonra bina çöktü, kapandı. O kadar çok karmaşaya rağmen birkaç dakika önce her şey konuşuyordu, her şeyden ses geliyordu; kolonlardan, duvarlardan, dışarıdan falan. Birden bire ölüm sessizliği denen bir sessizlik oldu. Tabii öyle bir travma ki insanların yaşadığı şey; enkaz altında kalmış, kolu sıkışan, ayağı sıkışan insanların ‘Ah’ demeye bile cesareti yoktu. Sonra yavaş yavaş insan iniltileri gelmeye başladı sağdan soldan. Arı kovanından nasıl arıların sesleri gelirse o şekilde her tarafımızdan insan sesi geliyordu, altımdan, üzerimden Zamanla o çığlıklar dualara falan karışmaya başladı” dedi.
“KÜÇÜCÜK BİR PARÇA MOLOZU AYAĞIMIN ÜZERİNDEN ÇIKARMALARI 3 GÜN SÜRDÜ”
Yardım ekiplerinin kendisine depremin ertesi günü ulaştıklarını kaydeden Koçak, “Fakat ayağımı sıkıştığı yerden çıkarmaları tam 3 gün sürdü. O binalar yıkılınca çok kolay bir şekilde yıkılıyor, iskambil kağıtları yıkılıyormuş gibi yıkılıyor ama, küçücük bir parça molozu ayağımın üzerinden çıkarmaları 3 gün sürdü. 3 gün sonra oradan çıktıktan sonra önce Gölcük Devlet Hastanesine, oradan askeri hastaneye, askeri hastaneden de GATA’ya helikopterle sevk ettiler. Bir ara yattığım yerden doğruldum şöyle bir baktım, Gölcük’ün üzerinde anormal bir sis, toz bulutu vardı. O, yaşanan bir acının, yaşanan trajedinin bir fotoğrafı gibiydi benim için. Tevekkülü biliyorsa insan 3 gün değil, 15 günde orada bekleyebilir. Mesela zaten orada, içinde bulunduğun şartlar ne olursa olsun, orada neler yapabileceğini, nasıl durabileceğini değerlendirebilmek asıl önemli olan bir şey. Ben de oradayken neden burada olduğumu kesinlikle sorgulamadım. Burada sessiz kalmam gerekiyordu, gürültü yapmayacaktım. Enerji kaybetmemem gerekiyordu çünkü. Orada sessizce gelen arkadaşların, kurtarma ekipleri dediğimiz arkadaşlarımız, şimdilerde ismi kurtarma ekipleri olmaya başladı, o zaman öyle bir ekip de yoktu, beni oradan çıkarmalarını bekledim” diye konuştu.
“YAPABİLECEĞİMİZ TEK BİR ŞEY KALIYOR; YAŞAM ÜÇGENİNİ OLUŞTURABİLMEK”
Deprem anında yaşam üçgeni oluşturabilmenin önemini vurgulayan Koçak, “İnsanlara ben her gittiğim yerde şunu anlatıyorum; yaşam üçgeni diye bir şey var. Örneğin ben o deprem olduğu anda yaşam üçgeninin ne olduğunu bilmiş olsaydım belki de ayaklarım o kolonun altında kalmayacaktı. Yaşam üçgeni de şöyle bir şey; evde yüke metanetli bazalarımız olabiliyor mesela. Bazaların altın kitaplar olur, kıyafetler olur, çarşaftır, yata, yorgandır, onlar yüke karşı bir metanet taşırlar. Onun yanında sırtımızı yatak bazasına verip kapandığımız zaman yaşam üçgeni oluşturuyoruz. Yani olabildiği kadar kendimizi küçültmeye başlıyoruz. Deprem ülkesiyiz, her gün yeni yeni depremler bekleniyor, depremler olacaklar. Maalesef bir sihirli değnek yok ki herkesi güvenli konuta taşıyalım. Diyelim ki siz güvenli konuttasınız ama yanınızdaki konut güvenli olmayabiliyor. Bu koşullarda yapabileceğimiz tek bir şey kalıyor; o da yaşam üçgenini oluşturabilmek. O yaşam üçgenini de oluşturduktan sonra artık geriye kalan tevekkül edip bekleyeceğiz ne olacak diye” şeklinde konuştu.
“BEN BİNA ENKAZINDA KALMADIM, İNSANLARIN ENKAZINDA KALDIM”
Bir daha böyle bir felaketin yaşanmaması için gelecek nesillere deprem bilincinin aşılanması gerektiğinin altını çizen Koçak, “Burada aslında aktarılması gereken acı değil. Deprem sadece bir doğa olayı. Nasıl kar yapıyor, yağmur yağıyor, hava açıyor, kapatıyor gibi bu da bir doğa olayı. Depremi aslında felakete çeviren bizler olduk, ben oldum, sen oldun. Ötekiler, başka birileri değil bunu felakete çevirenler. O yüzden durup hepimizin kendimize bir bakmamız gerekiyor. ‘Bu trajediyi, bu acıyı biz neden yaşadık?’ diye düşünmemiz gerekiyor. Binalar yapılırken kolon-kiriş bağlantıları diye bir bağlantı var. Birazcık zor olurmuş o bağlantılar. Konuştuğum mühendis arkadaşlarımın hepsi bana onu söylediler. Yani 100-150 liralık bir işçinin yevmiyesi nihayetinde o. Sırf onlar yapmadığı için böyle oldu. Elbette ki bu acıyla beraber sonraki nesillere aktarılması gereken aslında bu bilinç olması gerekiyor. Yine söylüyorum; ben bina enkazında kalmadım, insanların enkazında kaldım. İnsanlığını yitirmiş, gerçekten içindeki sevgiden mahrum olan insanların enkazında kaldık biz. Sonraki nesillere aktarılması gereken bir şey varsa bu da aslında bir yer de yok olan kültürümüz, kaybolan insanlığımız olacak” ifadelerini kullandı.
(Mustafa Uslu - Cihan Atik/İHA)
Kaynak: İHA