Cumhurbaşkanı Erdoğan: “AB ile ilişkilerimizi yeniden rayına oturtmak için hazırız”

Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan, “Biz ülke olarak uzun vadeli bir bakış açısıyla olumlu gündem olu...

Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan, “Biz ülke olarak uzun vadeli bir bakış açısıyla olumlu gündem oluşturmak, ilişkilerimizi yeniden rayına oturtmak için hazırız. Avrupalı dostlarımızın da aynı iradeyi sergilemesini bekliyoruz” dedi.

Avrupa Birliği ülkelerinin büyükelçileri ile Çankaya Köşkü’nde bir araya gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye-AB ilişkilerinde yaşanan gelişmelere ilişkin konuştu.

“YERLİ AŞILARIMIZI MİLLETİMİZLE BİRLİKTE TÜM İNSANLIĞIN HİZMETİNE SUNACAĞIZ”

Korona virüs salgınına ilişkin dünyada yaşanan gelişmelere değinen ve Türkiye’nin dünya genelinde yaptığı yardımlardan bahseden Cumhurbaşkanı Erdoğan, yurt dışından Türkiye’ye getirilen Türk vatandaşlarının rakamlarını verdi.

Yardım faaliyetlerinin bundan sonra da devam edeceğini belirten ve salgının dünya genelinde yeniden ivme kazanmasına rağmen aşı çalışmalarında elde edilen başarıların umutları artırdığını söyleyen Erdoğan, ”Farklı kaynaklardan elde ettiğimiz aşıları vatandaşlarımıza gönüllülük esasına göre yakında uygulamaya başlıyoruz. İnsan deneyi aşamasında olan yerli aşılarımızı gerekli onayların ardından inşallah milletimizle birlikte tüm insanlığın hizmetine sunacağız. 2021’in bu musibetten kurtulmamıza vesile teşkil etmesine ve küresel ekonomik toparlanmanın başladığı bir sene olmasını temenni ediyorum” diye konuştu.

“BİZ DOĞU AKDENİZ’DE HAKKIMIZ OLMAYAN BİR ŞEYİ TALEP ETMİYORUZ”

2020 senesinin Türkiye AB ilişkileri bakımından kolay geçmediğini söyleyen ve “Geride bıraktığımız dönemde çoğu suni olarak üretilen pek çok tatsız sorun ile uğraşmak zorunda kaldık. Bazı üye ülkeler Türkiye ile ikili problemlerini AB koridorlarında çözme çabasına girdi. Birlik dayanışması bahanesinin ardına sığınılarak Türkiye-AB gündemi suiistimal edildi” ifadelerini kullanan Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu yaklaşımın bir yandan köklü münasebetleri esir alırken, diğer yandan Birliğin bölgesel ve küresel güç olma iddiasını da zayıflattığını kaydetti. Erdoğan, “Stratejik körlük olarak nitelendirdiğimiz bu tavrın en somut göstergesi Doğu Akdeniz ve Kıbrıs meselesidir. Her iki konuda da Türkiye ciddi haksızlıklara maruz kalmıştır. Oysa Türkiye Akdeniz’in en uzun kıyı şeridine sahip ülkesidir. Şimdiye kadar hayata geçirdiğimiz enerji projeleri ile Avrupa’nın enerji arz güvenliğine önemli katkılarda bulunduk. Biz Doğu Akdeniz’de hakkımız olmayan bir şeyi talep etmiyoruz. Bölgede var olan hidrokarbon kaynakları konusunda ülkemizin ve milletimizin meşru menfaatlerini korumaya çalışıyoruz. Hiçbir geçerliliği olmayan maksimalist haritalar üzerinden ülkemizin sahillerine hapsedilme girişimlerine itiraz ediyoruz. Geçtiğimiz aylarda yaşanan kimi hadiselerin ülkemizin haklarını koruma kararlılığını gösterdiğine inanıyorum. Türkiye’nin ve KKTC’nin içinde yer almadığı hiçbir denklemden Akdeniz barışı çıkmayacağı herhalde artık anlaşılmıştır. Altını çizmek isterim ki, Türkiye Akdeniz’de gerilimden değil, barıştan, işbirliğinden, hakkaniyetten ve adaletten yanadır. Akdeniz bizleri ayıran değil, hepimizi birbirimize yakınlaştıran, birleştiren, işbirliğimizi güçlendiren bir denizdir, öyle olmalıdır. Akdeniz; Cezayir’den Mısır’a, Libya’dan Tunus’a, Filistin’den İsrail’e, Türkiye’den Yunanistan’a, İtalya’dan İspanya’ya kadar tüm ülkeleri ve hakları ile büyük ailemizin çatısı, ortak yuvasıdır. Doğu Akdeniz’i bir rekabet alanı olmaktan çıkartıp uzun vadeli çıkarlarımıza hizmet edecek bir işbirliği havzası haline getirmeliyiz. Gündeme getirdiğimiz Doğu Akdeniz Konferansının da bu amaca hizmet edeceğini düşünüyoruz. Ayrıca Kıbrıs Türkleri dahil tüm tarafları bir araya getirecek bir enerji işbirliği forumu kurulmasının faydalı olacağı kanaatindeyiz” şeklinde konuştu.

Doğu Akdeniz’de Yunanistan’ın tutumunu eleştiren cumhurbaşkanı Erdoğan, “Yunanistan, Navtex ilanı gibi amacı belli uluslararası imkanı sahaların sadece yüzde 10’unu kullanarak yeni bir gerginlik sebebi haline dönüştürecek kadar ileri gitmiştir. Son yıllarda hava sahası ihlallerini ve gayri askeri statüdeki adaları özellikle hukuka aykırı faaliyetlerini artıran Yunanistan’ı gerginliği tırmandırıcı faaliyetlerinden vazgeçmeye davet ediyoruz. Komşumuz Yunanistan ile 25 Ocak’ta başlayacak istikşafi görüşmelerin yeni bir dönemin habercisi olacağına inanıyorum. AB’nin hem bu konularda hem de Kıbrıs meselesinde samimi bir özeleştiri yapması gerekiyor. AB, Kıbrıs’ta 2004 yılında çözüme ‘hayır’ diyen Rum tarafını tam üyelikle ödüllendirirken, referanduma ‘evet’ diyen Kıbrıs Türküne verdiği taahhütleri unutmuştur, bunları yerine getirmesini bekliyoruz. Son dönemde AB’nin Kıbrıs Türk tarafı ile üst düzey hiçbir teması olmamıştır. Hal böyleyken AB, Kıbrıs meselesinin çözümünde nasıl kolaylaştırıcı bir rol oynayabilir. Kıbrıs’ta iki devletli model dışındaki alternatiflerin çözüm olmayacağını yarım asırlık müzakere tarihinden alınan dersler açıkça gösteriyor. Kıbrıs’ta başarısız olmuş modelleri tekrar tekrar konuşmak yerine yeni ve gerçekçi alternatifleri tartışmamız gerekiyor” açıklamasında bulundu.

“15 TEMMUZ DARBE TEŞEBBÜSÜ VE TERÖRLE MÜCADELEDE TÜRKİYE AVRUPA’DAN BEKLEDİĞİ DESTEĞİ GÖREMEMİŞTİR”

Akdeniz’den komşumuz olan Fransa ile ilişkilerimizi gerilim hattından kurtarmak istiyoruz” ifadelerini kullanan Erdoğan, son dönemde bu çerçevede her iki tarafça atılan adımları memnuniyetçe takip etiklerini belirtti.

Erdoğan konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Bin yıldır ortak bir coğrafyayı paylaşıyor, aynı medeniyet havzasından besleniyoruz. Türk tarihini Avrupasız okumak nasıl mümkün değilse, Avrupa tarihini de Türkiyesiz anlamak mümkün değildir. Millet olarak geleceğimizi Avrupa ile birlikte tasavvur ediyor. Bu anlayışla yaklaşık 60 yıldır Birliğe tam üyelik mücadelesi veriyoruz. Bu süreçte karşılaştığımız onca çifte standarda ve haksızlığa rağmen nihai hedefimiz olan tam üyelikten hiçbir zaman vazgeçmedik. Bilindiği gibi 2002 yılında göreve ilk geldiğimizde ‘Kopenhag kriterlerine gerekirse Ankara Kriterleri der yolumuza devam ederiz’ demiştim. Nitekim son 18 senede bu sözümüze sadık kalarak vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerini geliştirme noktasında tarihi adımlar attık. Mevcut anayasamızın 3’te 2’sini değiştirerek darbe dönemlerinin izlerini büyük ölçüde ortadan kaldırdık. Darbelerle, cuntalarla, siyasete anti demokratik müdahalelerle maruf bir ülkeyi ileri demokrasi rayına oturttuk. Sivil siyasetin önündeki engelleri kaldırıp ülkemizde sessiz bir devrime imza attık. Bunu AB üyesi ülkeler ‘Türkiye’nin sessiz devrimi’ olarak nitelemiştir. 18 yıllık iktidarımızda sokak olaylarından teröre, vesayetten 15 Temmuz kanlı darbe girişimine, demokrasimize yönelik saldırıları püskürtmemizde bu sessiz devremin çok büyük payı vardır. Bugün elini vicdanına koyan herkes 18 sene öncesine göre Türkiye’nin demokrasiden hukuka her alanda hayal dahi edilemeyecek derecede ileri bir konumda olduğunu görebiliyor. Süreci yakinen takip edenler ülkemizin bu süreçte Avrupalı dostları tarafından yalnız bırakıldığını da kabul ediyor. Özellikle 15 Temmuz darbe teşebbüsü ve terörle mücadelede Türkiye Avrupa’dan beklediği destek ve dayanışmayı görememiştir. Daha vahimi, 15 Temmuz gecesi kimi Avrupalı siyasetçiler adeta darbeye çanak tutan bir tavır sergilemişlerdir. Darbe gecesi 251 vatandaşımızı şehit eden FETÖ’cü teröristler bugün birçok Avrupa ülkesinde hiçbir tahkikata uğramadan hayatlarını devam ettiriyor. Aynı şekilde bölücü terör örgütü mensupları Avrupa’nın göbeğinde şahsımı, milletimizi ve ülkemizi en aşağılık şekilde hedef alan sözde protesto eylemleri düzenleyebiliyor. Strazburg’da, Brüksel’de çadırlar kurmak suretiyle, hatta oralarda konferans verebilecek seviyede bunlara kapılar açılabiliyor. Hukukla, demokrasiyle, özgürlükle, müttefiklikle asla bağdaşmayan bu tablonun milletimizde oluşturduğu infialin Avrupalı dostlarımız tarafından yeterince kavramadığı anlaşılıyor. Nasıl oluyor ki, bu tür teröristlere Avrupa Konseyinin de AB’nin kapıları açılıp, oralarda bunlar rahat rahat cirit atabiliyor. Türk insanının AB’ye ve Avrupa değerlerine olan inancının zayıflamasının temel nedeni bu tablodur” dedi.

Son yıllarda yükselen İslam düşmanlığı ve kültürel ırkçılığa da dikkat çeken Erdoğan, “İslam karşıtlığı Avrupa’da yaşayan 6 milyona yakın insanımızın güvenliğini tehdit etmenin yanı sıra Avrupa değerleri açısından da büyük bir kara deliğe dönüşüyor. Burada açık siz değerli dostlarıma soruyorum, Türkiye’de herhangi bir kiliseye karşı böyle bir acaba bomba atma, eylem girişimi söz konusu olmuş mudur? Olamaz, böyle bir şeye asla müsaade etmeyiz. Tam aksine biz kilise, manastır, sinagog, bunların hazinemizden, kendi cebimizden restorasyonlarını yapmak suretiyle ibadete açıyoruz. Bütün bunlar açık net ortadayken acaba şu anda Fransa’da, Almanya’da Avrupa’nın birçok yerinde Müslümanların ibadet hanelerine yapılan bu tür bombalama yaklaşımlarını neyle izah edeceğiz. Oralardaki din adamlarımıza karşı yapılan saldırıları neyle izah edeceğiz. Türkiye’nin tam üyeliğinin kültürel ırkçılıkla mücadelede de Birliğin elini güçlendireceğine inanıyoruz. Ülkemizin 60 yılı bulan üyelik süreci nasıl bizim için stratejik bir tercihse, AB’nin ülkemizi tam üyeliğe kabul etmesi de Birliğin geleceği açısından ontolojik bir tercih olacaktır. Brexit ile beraber artan belirsizlik ancak Türkiye’nin Avrupa ailesindeki hak ettiği yeri almasıyla giderilebilecektir. Biz ülke olarak uzun vadeli bir bakış açısıyla olumlu gündem oluşturmak, ilişkilerimizi yeniden rayına oturtmak için hazırız. Avrupalı dostlarımızın da aynı iradeyi sergilemesini bekliyoruz" ifadelerini kullandı.

“YAPTIĞIMIZ HARCAMANIN BU RAKAMLARLA HALLEDİLMESİ MÜMKÜN DEĞİL”

Olumlu gündemin anahtarının 5. yılını doldurmakta 18 Mart Mutabakatının güncellenmesi olduğunu söyleyen Erdoğan, güncellemenin göç konusunda değişen gerçekleri göz önüne alacak, ilişkilere güven ve ivme kazandıracak şekilde yapılması gerektiğini belirtti. Geçen yıl Mart ayında konsey ve komisyon başkanları ile Brüksel’de yapılan görüşmelerde mutabakatın güncellenmesi konusunda anlaşıldığını hatırlatan Erdoğan, “Türkiye olarak biz bu anlaşma doğrultusunda üzerimize düşeni yaptık, güncellenmiş önerimizi ilettik. Ama henüz Avrupa makamlarından tekliflerimize cevap alamadık. Düzenli Türkiye-AB zirvelerini ve üst düzey diyalog toplantılarını da yeniden başlatmakta gayda görüyoruz. Bunların ahde vefa ilkesinin gerektirdiği adımlar olduğuna inanıyoruz” dedi.

Ursula von der Leyen’i Türkiye’ye davet ettiğini, göçmenler için Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde yaptığı briket evleri gezmek istediğini belirten Erdoğan, kendilerinden söz aldıklarını, briket evler konusunda ciddi bir sayıyı yapmak istediklerinin sözünü verdiklerini ama bu konuda en ufak bir destek gelmediğini söyledi. Erdoğan, “Şimdi biz 50 bin briket konut yapma planımızın yarısından fazlasını gerçekleştirmiş durumdayız. Şu anda alt yapısını yapıyoruz. Sizinle oraya gidene kadar büyük oranda bitirmiş oluruz. Türkiye’nin bu konuda da neler yaptığını, İdlib’deki muhacir insanların, ölümle karşı karşıya olan insanların buraları nasıl heyecanla beklediklerini göreceksiniz. Türkiye, yük olan değil, yük alan bir ülke. Bunu göreceksiniz. Bilhassa Avrupa’nın sığınmacı akınına uğramasının önüne geçmede gösterdiğimiz fedakarlığın asla unutulmaması gerekiyor. Türkiye son 6 yıldır dünyada en fazla sığınmacıya ev sahipliği yapan ülke konumundadır. Bunu Ursula von der Leyen ifade etti. Bunun için 6 milyar euro’luk bir para ayrıldığını, bundan da 3 milyar 200 milyon euro’nun Türkiye’ye gönderildiğini veya gönderileceğini, buna benzer ifadeler kullandılar. Şu ana kadar bizim için uygulamaya giren ciddi manada bir rakam dersem yalan olmaz. Biz proje bazlı çalıştık, çalışıyoruz, her şey ortada. Bunları görmek mümkün. Böyle bir şey yapılmış olsa da bizim şu anda göçmenlere yaptığımız harcamanın bu rakamlarla halledilmesi mümkün değil. Bunlar öyle ufak tefek rakamlar değil, yapılan harcama çok büyük. Şu anda bizim ülkemizin sadece bir bölgesinde değil birçok bölgede bizim göçmen kamplarımız var. Bizim kamplarımız dünyanın değişik yerlerindeki ilkel çadırlardan oluşmuyor. Hepsinde insani bir yaşam tarzını biz o göçmenlere hazırladık. Bundan da iftihar düşüyoruz. İstiyorum ki, bu da AB’nin dünyaya örnek bir sergilemesi olsun. Bu işleri Sayın Guterres de çok iyi bilir. Onunla beraber de biz ülkemizdeki göçmen kamplarıyla bu görevdeyken gezip dolaşmıştık. Şimdide aynısını beraber yapalım diyorum, kendileri de olumlu yaklaştılar. Sadece Suriye kökenli 4 milyona yakın insanı misafir ediyoruz, sınırlarımız ötesindeki 5 milyon ihtiyaç sahibine düzenli yardım ulaştırıyoruz. AB bir ülkeye 100 bin sığınmacı için 3 milyar Euro destek verirken, Türkiye’deki 4 milyon sığınmacı için 3+3 milyar euro’luk taahhüdünü bile tam olarak yerine getirmemiştir. Buna rağmen Türkiye göçün ortak yönetimi konusunda aynı iradeyi tekrar sergilemeye hazırdır” diye konuştu.

Gümrük Birliğinin güncellenmesi, Türk vatandaşlarına vize serbestisi sağlanması ve üyelik müzakerelerinde mesafe kat edilmesinin de 18Mart Mutabakatının parçası olduğunu söyleyen Erdoğan, “Vize serbestisi aslında 2020’nin değil, 2014’ün sonuna kadar çözülmesi gereken bir sözdür ama yapılmadı. Şimdi 2021’deyiz. Güvenlik ve terörle mücadele alanında da işbirliğimizi ilerletmeliyiz. DEAŞ ile mücadele deniliyor, soruyorum, Türkiye’den başka DEAŞ ile mücadelede onurlu, şahsiyetli bir mücadele veren ülke var mı AB ülkeleri içinde? Bu mücadeleyi en onurlu şekilde veren Türkiye. Gözlerinin yaşına bakmayız, nerede bulursak orada gereğini yaparız. PKK ile YPG ile aynı şekilde mücadelemiz sürerken maalesef batılı dostlarımız PKK-YPG ‘ye kendi ülkelerinde barındırıyor, onlara gereken destekleri veriyor. Açık ve net konuşuyorum, dost acı ve gerçeği söyler, ben gerçeği söylemek mecburiyetindeyim. Şu anda müzakereci bir ülke olarak Türkiye bunları sizinle paylaşmazsa bilesiniz ki yarın aynı bela sizin de başınıza gelecektir. Avrupa’nın ve NATO’nun güneydoğu sınırlarının, dolayısıyla da güvenliğinin Türkiye’nin doğusundan başladığını hatırlatmak isterim. Hepinizle NATO’da beraberiz. NATO’da birlikte olduğumuza göre bu mücadeleyi birlikte sürdürmemiz gerekir. Terörle mücadelede biz hiçbir NATO ülkesini yalnız bırakmadığımıza göre acaba neden NATO’nun diğer ülkeleri bizi terörle mücadelede yalnız bırakıyor. Suriye’nin kuzeyinde PKK var mı, YPG var mı? Var. DEAŞ var mı? Var. Suriye’deki koalisyon ülkeleri olarak Almanya, Fransa, İngiltere, hatta Amerika, bu mücadelemizde bizim yanımızda yer almadılar. Binlerce tır silah, mühimmat, araç gereç terör örgütlerine gönderildi. Terör örgütleri bunlarla bize savaş açtı. Biz bir NATO ülkesi olarak bunlarla savaştık, savaşıyor ve savaşacağız. Geri durmak yok. Aynı şekilde Libya, Dağlık Karabağ gibi, bazı kesimlerce sorunlu addedilen alanlardan hiç birisi AB ile ve üye ülkeleri ile ilişkilerimizin özüne müteallik değildir. Berlin Konferansı yaptık, neyle ilgili yaptı? Darbeci Hafter’e karşı yaptık. Peki Berlin Konferansından çıkan kararlara uyuldu mu? Uyulmadı. Darbeci Hafter orada kendi kendini koruma durumunda. Biz Darbeci Hafter’e karşı mücadelemizi vermemiş olsaydık, uluslararası camianın kabul ettiği şu andaki Milli Mutabakat Hükümeti yok olurdu. Bizim oradaki var oluşumuz oradaki Milli Mutabakat Hükümetinin ömrünü uzatmıştır. Türkiye bu bölgelerde aldığı inisiyatiflerle Avrupa’nın güvenliğine katkıda bulunmuştur. Bugüne kadar 9 bine yakın yabancı terörist savaşçı yakaladık, hepsini geri gönderdik. Çatışma bölgeleri ile bağlantılı olduğunu tespit ettiğimiz yaklaşık 100 bin kişiye ülkemize giriş yasağı koyduk. Türkiye’nin sınır dışı ettiği DEAŞ mensuplarıyla ilgili gereken tedbirleri almadıkları için eyleme maruz kalan ülkelerin içine düştükleri acı durumu gördünüz. Suriye’de bir dönem terörün kol gezdiği bölgeleri güvenli hale getirerek 420 bini aşkın mazlumun memleketlerine geri dönmesini sağladık. İdlib’deki mevcudiyetimizle yeni bir insani trajedinin ve yeni bir göç dalgasının önüne geçtik. Libya Milli Mutabakat Hükümetine sağladığımız eğitim ve danışmanlık desteği ülkenin kanlı bir iç savaşa sürüklenmesini engelledi. Ortaya koyduğumuz inisiyatif Libya’da BM öncülüğündeki siyasi sürecin önünü açtı. Dağlık Karabağ’da 30 yıllık bir gecikmeyle de olsa adaletin tecelli etmesini, bölgenin hasret çektiği istikrara kavuşmasını sağladık. 30 yıl Minsk Üçlüsünün çözemediği ve oradaki Azeri soydaşlarımızın kendi topraklarından adeta kovulduğu, sürgüne gönderildiği bu insanların yeniden topraklarını kazanmasına yardımcı olduk. 30 yılda Minsk Üçlüsünün başaramadığını verdiğimiz destekle Türkiye 44 günde gerçekleştirmiştir. Tüm bu konular objektif ve stratejik bir bakış açısıyla ele alındığında AB ile Türkiye’nin çıkarlarının örtüştüğü görülecektir. 2021 senesini AB-Türkiye ilişkileri bakımından başarıya tahvil etmek bizim elimizdedir. Önyargılar veya korkular yerine uzun vadeli bir bakış açısıyla hareket ettiğimizde bunu başarabileceğimize inanıyorum“ diye konuştu.

(Derya Yetim/İHA)

Kaynak: İHA

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Politika Haberleri