‘Hattatlar Eserleriyle Yaşar’

‘Hattatlar Eserleriyle Yaşar’
TYB Konya Şubesi’nin düzenlediği “Vefatının 40. Yılında Hattat Hâmid Aytaç” konulu konferansa konuşmacı olarak Hattat Dr. Hüseyin Öksüz ve Prof. Dr. Fatih Özkafa katıldı. Öksüz, “Hattatlar bu dünyadan göç etseler bile insanlar arasında daima yaşayan kimselerdir. Çünkü eserleri yaşıyor, yüzyıllar geçse de kaybolmuyor” dedi.

Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) Konya Şubesi’nin düzenlediği “Vefatının 40. Yılında Hattat Hâmid Aytaç” konulu konferansa konuşmacı olarak Hattat Dr. Hüseyin Öksüz ve Prof. Dr. Fatih Özkafa katıldı. Öksüz, “Hattatlar bu dünyadan göç etseler bile insanlar arasında daima yaşayan kimselerdir. Çünkü eserleri yaşıyor, yüzyıllar geçse de kaybolmuyor” dedi.

İl Halk Kütüphanesi Salonu’nda Öğr. Gör. Nihat Kağnıcı’nın sunumuyla icra edilen program internet mecrasında da canlı yayınlandı.

HATTATLAR ESERLERİYLE YAŞAR

Seyahatte olması sebebiyle programa video konferans yöntemiyle katılan Hüseyin Öksüz, “Hattatlar bu dünyadan göç etseler bile insanlar arasında daima yaşayan kimselerdir. Çünkü eserleri yaşıyor, yüzyıllar geçse de kaybolmuyor. Hatta daha da kıymetleniyor. Hattatların ve hattatlığın kaderi budur. Her ne kadar torundan toruna kalsa da değeri düşmüyor, kıymetleniyor, insanlar onu elde etmek için yarışıyorlar” diye konuştu.

HÂMİD HATTATLAR SİLSİLESİNİN EN BÜYÜKLERİNDEN BİRİDİR

Hattat Hâmid’in Hz. Ali Efendimizle başlayan ve 1400 yıldan beri devam edegelen hattatlar silsilesinin en büyük halkalarından biri olduğunu ifade eden Öksüz, şunları kaydetti: “Hattatlar arasında dünya da en çok bilinen, adı İslâm âlemini de aşmış iki hattatımız vardır. Bunlardan biri Hattat Hafız Osman biri de Hattat Hâmid’dir. Burada onunla bir hatıramı nakletmek isterim. Dersimi götürdüğüm bir gün duvarda bir yazı gördüm; şöyle diyordu: ‘Talebelerime; hayat şartlarının zorluğundan her ders yüz liradır.” Meşkime baktı, dersimi bitirdim. Ben ‘Hocam duvarda bir yazı gördüm, ben de dâhil miyim?’ dedim. Hayır evladım, estağfirullah. Her gelen ders almak istediğini söyleyip benden Rabbi Yessir’i alıyor, bir daha uğramıyor, bunu onlar için yazdım’ dedi. Hakikaten bizim arkadaşlar öyle yapıyorlardı. Sonra azimli olup da devam edenlerden para almadı. Hâmid’in en kıymetli eseri elbette talebeleri ve onların talebeleridir. Hamid’în yolunu devam ettiren talebeleri çoğaldılar. Dünyanın neresinde hat sanatı çalışılıyorsa orada Hattat Hâmid bilinir ve örnek alınır. Talebelerinin talebeleri de bu güzel sanatı yaşatıyorlar.”

HAT SANATINI DÜNYAYA SEVDİRDİ

İslam Konferansı Teşkilatının birimlerinden IRCICA’nın 1986’dan beri her üç yılda bir düzenlediği Uluslararası Hat Yarışmalarında dünya hattatlarının bütün hünerlerini ortaya koyduğunu anlatan Öksüz, şöyle devam etti: “Bu müsabakaların ilki Birinci Uluslararası Hattat Hâmid Hat Yarışması adıyla düzenlenmiştir. Rahmetli hiçbir zaman yazıya doyamadı. 90 yıllık ömrü hep yazıyla geçti. Hiçbir zaman kalemi elinden bırakmadı. Sanatı için birçok sıkıntılara, çilelere katlandı. 18 Mayıs 1982’de vefatından sonra hat sanatına olan ilgi bütün dünyada yayılmaya başladı. O bugünleri dünya gözüyle göremedi, umarız ruhu bu güzelliklerden haberdardır.”

ÖZKAFA’DAN TYB’YE TEŞEKKÜR

Öksüz’ün video konuşmasından sonra kürsüye gelen Hattat Prof. Dr. Fatih Özkafa ise konuşmasına, Hattat Hâmid Aytaç’ın vefat yıldönümünde düzenlenen anlamlı program için Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi yönetimine ve Başkan Ahmet Köseoğlu’na teşekkür ederek başladı. Hattat Hâmid’den seçtiği 200 eseri ekrana yansıtarak bilgiler de veren Özkafa’nın konuşmasında öne çıkan başlıklar şöyle:

HAT SANATINA MUTEBER BİR MEVKİ KAZANDIRDI

Hattat Hâmid Aytaç 1892 senesinde Diyarbakır’da dünyaya gelen bir büyük sanatkâr. Adını sadece Türkiye ve Osmanlı topraklarında değil bütün İslâm âleminde duyurabilmiş müstesna bir şahsiyet.  Ve Hattat Hâmid Aytaç günümüz hat sanatının üstatlarının da hocası. Dolayısıyla bugün Türkiye'de ve dünyada hat sanatı muteber bir mevkiye sahipse bunun ardındaki en önemli isimlerden biri belki de Hattat Hâmid Aytaç’tır.

BABASI HATTAT OLMASINI İSTEMİYORDU

Hattat Hâmid’in asıl adı Şeyh Musa Azmi ve Diyarbakır’da dünyaya geldiği için, Hattat Hâmid El Âmidî diye imzasını atıyor. Amid bildiğiniz gibi Diyarbakır'ın eski ismidir. Babası Zülfikâr ağa, İlk başlarda Hattat Hâmid’in yazıya karşı olan merakına mukabil mücadele ediyor. Yani küçük Musa Azmi'nin hat sanatıyla, yazıyla iştigal etmesine pek taraftar değil. Tak ki Hâmid bir müsabakaya katılıp, padişahın tuğrasını çekerek bir altın kazanınca artık babası onun yazıyla meşgul olmasına müsaade ediyor.

Silsile olarak nesebinde yine başka hattatlar var. Dedelerinden Adem El Âmidi yine bir hattat.  Başka hattatlar da var. Dolayısıyla Hattat Hâmid Aytaç kökeninde hattatların bulunduğu bir aileye mensup.

İLK DERSİ RİKA ÜZERİNE ALDI

Küçük yaşlarda Rika yazısını Vahit Efendi'den meşk ediyor. Bildiğiniz gibi Osmanlı döneminde Arap veya İslâm harfleri diyebileceğimiz, şimdi eski yazı olarak da telaffuz edilen yazı ilk mekteplerde, yani İptidaiyelere öğretiliyordu ve aslında sanatlı bir yazı olmaktan ziyade günlük hayatı idame ettirmek için okumuş yazmış olan herkesin öğrendiği bir yazı idi.

HEM HATTAT HEM DE RESSAMDI

Asıl hat sanatı eğitimi alabilecek olanlar sülüs hattıyla Rabbi Yessir yazarak bu eğitime başlıyorlardı. Bu dönemde Şeyh Musa, Vahit Efendi'den ilk olarak Rika meşklerini alıyor. Sonra Ahmet Hilmi Efendiden sülüs hattını meşk ediyor. Bir de resim macerası var, Hâmid Aytaç aynı zamanda ressam diyebileceğimiz çok yünlü bir sanatkâr. Resim derslerini Askeri Rüştiye Mektebinde resim hocası olan Hilmi Efendi’den alıyor. Sonraki dönemlerde bir takım tablolar da ortaya çıkarmıştır.

MEKTEBİ HUKUK’U BIRAKIP SANAYİİ NEFİSE’YE GİTTİ

1906 senesinde, İdadiden mezun olduktan sonra İstanbul'a geliyor. Eski öğrenim sisteminde İptidaiye, Rüştiye ve İdadi olmak üzere, ilköğrenim kademeleri lise sonuna kadar bu şekilde devam ediyordu. Daha sonra yüksek tahsil için Mekteb-i Hukuk’a giriyor ancak burayı tamamlayamıyor. Babası vefat ediyor ve geçim derdine düşüyor. Maişet derdinden dolayı Hukuk Fakültesi eğitimi yarıda kalıyor.

Daha sonra Sanayii Nefise mektebine gidiyor, şimdiki adıyla Güzel Sanatlar diyebiliriz. Sonra hat sanatı ile ilgili tekamülünü daha büyük isimlerden destek alarak devam ettiriyor. Nazif Bey’den cel’i sülüs dersi alıyor, Osmanlı’nın son Reis-ül Hattatini olan Kamil Akdik’ten sülüs ve nesih derslerini alıyor. Yine bir başka büyük isim İsmail Hakkı Altunbezer; son Osmanlı tuğrakeşidir, ondan da Tuğra dersleri alıyor. Osmanlı talik hattının son büyük üstadı Hulusi Yazgan Efendi’den de talik dersleri alıyor.

Bu kadar ders almasına rağmen icazeti yok ama Allah vergisi büyük bir kabiliyeti olduğu için bu dersler onun büyük bir sanatkâr olmasına kâfi geliyor. Zaten ders aldığı her bir hocası, sahasında dev sayabileceğimiz isimlerdir.

ÖĞRETMENLİKTEN HATTATLIĞA

1980 senesinde Gülşen'i Maarif mektebinde resim ve yazı hocalığı yapıyor. Aynı zamanda resim dersleri verdiğini öğreniyoruz. Daha sonra Mektebi Harbiye matbaasında hattatlık yapıyor. Eskiden matbaalarda kitaplar Osmanlı imlasıyla tab edildiği için bu kitapların kapak isimleri, kitap isimleri, müellif isimleri ve bir takım tasarımlar hattatlar tarafından gerçekleştiriliyordu. Yine erkan-ı Harbiye-i umumi hattatı oluyor. Yani askeriyede özellikle haritaların üzerindeki yazılar falan sülüs veya nesih yazılarıyla bir görevli hattat tarafından yazılıyor. İşte bu vazifeyi de Hâmid Hoca deruhte ediyor. Orada daha evvel görev yapmış olan Nazif Bey’in vefatı sebebiyle vefatı sebebiyle kendisi erkân-ı harbiye-i Umumiye de Hattat olarak görevlendiriyor. Hocasının resmi manada da bir Halefi olmuş oluyor.

MUSA AZMİ’DEN HATTAT HAMİD’E GEÇİŞ

Bu yıllardan sonra artık Musa Azmi’den Hamid’e doğru geçiş var. Ondan evvel Hâmid diye bir isim yok, çünkü Hâmid onun mahlasıdır. Bugün artık İslâm âleminde, sanat dünyasında Musa Azmi dediğimiz zaman çok az kişi onun kim olduğunu bilir. Onun daha çok tanınmış olduğu isim Hâmid mahlasıdır. Eskiden zaten birçok büyük hattatın resmi dairelerdeki görevlerinde kendisine bir icazet kabilinde mahlas verilirdi. Hattat Hüseyin Öksüz hocamız da genellikle Konevi diye imza atıyor.

Hâmid’e doğru geçiş söz konusu olduğu yıllarda kendisine bir yazı evi açıyor ve ismini de Hattat Hâmid Yazıevi olarak belirliyor. Burada her türlü tasarım, takip işleri yapıyor. Özellikle kartvizitler, isim logoları, kitap adları, birtakım grafik çalışmaları, afişler tasarlıyor, etiketler basıyor. Yani grafik tasarımcılıkla, matbaa âlemi ile ilgili her türlü işi yapabilen çok yetenekli, çok yönlü bir sanatkâr ortaya çıkıyor.

EŞİNDEN AYRILINCA MÜNZEVİ BİR HAYATA BAŞLIYOR

Meslektaşı olan Arif Hikmet Bey'in bir matbaa işletmesi vardır. Arif Hikmet Bey bir müddet sonra vefat ediyor ve matbaa İşletmesi hanımına kalıyor. Adile Hanım hanımdan bu matbaayı Hâmid Hoca devralıyor; hanımefendi ile iş ortaklığı yaparak matbaayı işletiyor. Bir müddet sonra ise bu iş ortaklığı bir aile bir birliktelikte dönüşüyor. Daha evvel bir kısa süren evliliği olmuş boşanmış olan Hâmid Efendi Adile hanımla ikinci evliliğini gerçekleştiriyor. Sonra bu evlilik de yürümüyor ve boşanıyorlar. 1960'lardan sonra artık tekrar bir evlilik söz konusu olmuyor Hattat Hâmid münzevi bir hayat sürmeye başlıyor.

BURADA İLHAM GELMEZ DİYE HEDİYE DAİREYİ ALMADI

İstanbul Cağaloğlu'nda Reşit Efendi Hanında hayatının sonuna kadar sadece yazı yazmakla meşgul oluyor. Hayatının son demlerinde Ekmeleddin İhsanoğlu Bey IRCICA başkanıyken ona güzel bir daire almak istiyor ve bu dairenin kendisine tahsisi için hocayı atölyeden alıp eve götürüyorlar. Hoca bakıyor; evet son derece güzel, temiz, yepyeni bir daire; fakat ‘Yapamam, burada bana ilham gelmez’ diyor ve o köhne hanına geri dönüyor.

Orada son derece zor şartlar altında kendine bir ortam oluşturmuş; kirinden, pasından, yağmurundan rahatsız olmuyor. Hattat Hüseyin hocamızın anlattığı bazı hatıralara göre farelerin falan da bulunduğu bir mekân burası. Yağmurda su basıyor, hoca kâğıtları, yazıları kurtarmak için çabalıyor. Öğrencilerden bir tanesi bugün peçete dediğimiz tarzda bir şeyler getiriyor, o havlu peçeteleri yerlere basarak yazıları kurtarıyor. Buna hoca çok seviniyor ve dua ediyor.

İYİ NİYETİNİ İSTİSMAR EDENLER DE OLDU

Hoca insanların hat sanatına az ilgi gösterdiği o dönemlerde kendisine gelen her türlü talibe kapısını açmış fedakâr bir insandı. Hocanın bu yönünü istismar ederek ondan bir Rabbi Yessir koparıp kaçmış olanlar da var. Meşk etmek için geliyor, ‘Hocam bana bir Rabbi Yessir yazar mısın?’ diyor. Şimdiki gibi fotokopi yok, cep telefonu yok; hoca orijinal olarak bir kâğıda özene bezene yazıyor. Onu alıyor ondan sonra bir daha uğramıyor. Onlar şimdi tabii epey para ediyor, müzayedelerde falan satılıyor. Veyahut bazıları buradan prim de yapmışlar, ben Hâmid Hoca'dan ders aldım diye.

Bugün hamdolsun; Türkiye'de ve dünyada binlerce kişi hat sanatı ile meşgul oluyorsa bu fedakârlıklar yatıyor. 18 Mayıs 1982 senesinde, 90 yıllık bir ömür sürdükten sonra irtihal ediyor. Bu süre zarfında sayısız eserler ortaya çıkarmıştır. Bunlardan iki tane Mushaf var ki en başta zikretmemiz gereken eserlerindendir.

KÖSEOĞLU’DAN PLAKET

Özkafa slayt sunumunu da tamamladıktan sonra katılımcılardan gelen soruları cevapladı. Program sonunda teşekkür konuşması yapan TYB Konya Şubesi Başkanı Ahmet Köseoğlu Hat Sanatının cennet sanatı olduğunu anlatarak Prof. Dr. Özkafa’ya plaketini takdim etti. Programın düzenleyicisi Öğr. Gör. Nihat Kağnıcı’ya ise TYB Üyesi Doç. Dr. Mustafa Çıpan tarafından TYB’nin 2021 yılı “İnsanlığa Sözümüz Var” adlı kitabı takdim edildi.

(Haber Merkezi / Haber Kent)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.